Ersun Yanal, ülkemiz futbolunda antrenman bilimine verdiği önemle tartışmasız yer edinmiş olan bir teknik direktör olarak bilinir. Basınla ilişkilerini mesafeli tutmaya özen gösterir, az röportaj verir, futbol dışındaki konuları konuşmaktan kaçınır.
Peki onu farklı kılan nedir? Çalıştırdığı tüm takımlarda farkını ortaya koyar: Ersun Yanal’ın takımları ortalama 120 km koşarlar, futbolcuları her maçta ortalama 100 tane ikili mücadele kazanır. Peki bu dayanıklılık ve kuvveti sağlamanın altında yatan nedenler nelerdir? Futbol ve bilimi nasıl bir vizyonla bir araya getirir?
Transfer Merkezi olarak araştırmalarımızı yaparken, Ersun Yanal’a dair bilinmeyen pek çok yön olduğunu fark ettik. İstatistik ve rakamların yanı sıra dalgıçlık, tekne kaptanlığı, profesyonel fotoğraf çekimi, maket ve diorama yapımı gibi hobileri olan çok yönlü bir spor insanı ile karşılaşmak bizi şaşırttı.
Ama esas şaşkınlığımız, antrenman bilimi adına öncülük ettiği gelişmeleri derlediğimizde ortaya çıktı. Çok fazla bilinmediğini düşündüğümüz bu bilgileri sizinle de paylaşmak istedik.
Futbolda teknoloji Türkiye’ye 1990’lı yılların sonunda elektronik kalp atım takip sistemi (polar) ile Denizlispor’dayken girdi diyebiliriz. O zamanlar kulüpler böyle bir teknolojinin farkında olmadıkları için bu tür kalp atım takip sistemini almaya yanaşmıyorlardı. Ersun Yanal transfer ücretlerini bu teknolojiye yatırarak hem kendini, hem oyuncularını hem de Türk futbolunu geliştiriyordu.
Ersun Yanal’ın kariyerinin yükselişe geçtiği 2000’li yılların başında futbol sektöründeki yaygın inanış, “bilgisayarla antrenörlük yapılmaz” şeklindeydi. Ersun Yanal, adeta bilgisayarla futbolu tanıştırdı. Denizlispor ve Ankaragücü’nü çalıştırdığı dönemde, günümüzde hala kullanılan bilgisayar ile maç analiz programlarını getiren ilk antrenördü. Uyguladığı görüntü analizleri sayesinde maçta uygulayacağı taktiği gösterme ve rakiplerin taktiğini çözmede öncülük ederek, büyük başarılar elde etti. Bu sayede futbolcuların çok detaylı teknik ve taktik analizleri doğru yapılıp doğru karar verebiliyordu.
O yıllarda “Bilgisayar ile futbol kararı verilemez, futbolda bilgisayarın yeri yoktur” diyenler dahi günümüzde bu teknolojinin avantajlarını fark edip kullanır oldular. Ersun Yanal en yeni maç analizi sistemlerini kullanmada her zaman öncülük etti.
Benzer bir durum, GPS (Global Position System) teknolojisinde de yaşandı. GPS uydu sistemi, antrenman ve maçlarda futbolcuların fiziksel olarak ne kadar enerji sarf ettiklerini ve ne kadar mesafe kat ettiklerini ölçen bir sistem. Bu sistem ülkeye yeni gelmişken, çok ciddi bir rakamı kendi bütçesi ile alan ve futbolla tanıştıran ilk teknik direktördü. Bu GPS sayesinde antrenmanlarda hangi oyuncuların ne kadar çalışmış ve ne kadar koşmuş olduğunu belirleyebildi ve koşan bir takım oluşturmayı başardı.
“Ersun Yanal takımları çok koşar.” Bunu hep duyarız. Peki rakamsal olarak “çok koşmak” nedir diye araştırdığımızda görüyoruz ki Ersun Hoca’nın çalıştırdığı takımlar, bir maçta 115-120 km’den aşağı koşmuyorlar. Bunun altında yatan nedenleri sorguladığımızda da karşımıza yine bilimsellik çıkıyor; dayanıklılık ve kuvveti geliştirmeye odaklı, bireyselleştirilmiş antrenman programları.
Daha çok koşan, daha dayanıklı futbolcular oluşturabilmek için tüm oyuncular sezon başında önce bireysel olarak dayanıklılık (laktad) testinden geçirilirler. Herkesin seviyesi tespit edilir, her bir futbolcu bu seviyeye göre antrene edilir. Tesadüfi antrenman yapılmaz. Bu testlere göre her sporcunun dayanıklılığı kendine göre geliştirilir. Bu gelişim maça da yansır ve Ersun Hoca’nın çalıştırdığı takımlar, maçta koşu ortalaması ile hep bir numara olurlar. Sene başında dayanıklılığı yetersiz olan oyuncular bile sezon ortasında uçarcasına koşar hale gelirler.
Buna ek olarak, futbol terminolojisine Ersun Hoca’yla beraber giren taktik fauller de aslında kuvvetin göstergesidir. Ersun Hoca’nın oyuncuları, bir maçta ortalama 100’ün üzerinde ikili mücadele kazanırlar (Türkiye ortalamasının 60 olduğunu belirtelim). İkili mücadeleyi kazanmak coşku ister, enerji ister. Hepsinden önemlisi güç ve kuvvet ister. Eğer futbolcu güçlü kuvveti değilse, ikili mücadeleye girmez, kaçar. Bu nedenle sezon başında ilk iş olarak, teknolojinin hakim olduğu bilgisayar bağlantılı kuvvet testleriyle (isokinetik testler) her oyuncunun kuvvet seviyesi tespit edilir ve bu seviyeye göre kuvvet antrenmanları uygulanır. Henüz ülkede yokken, 2000’li yılların başından beri Cybex kuvvet makinesi kullanılır. Kuvvet antrenmanlarını aksatmaz ve bilimsel gelişmeleri antrenman programının içine dahil eder. Tamamen bilimsel bilgilerin ışığında uygulanan kuvvet antrenmanları ile tüm takım kuvvetli, sahada basan pres yapan, ikili mücadelelerin çoğunu kazanan, son dakikalarda rakibi baskılayan ve gol bulan bir seviyeye taşınır. İşte bu, rakibe sahayı dar eden futbolcu anlayışıdır.
Bilimsel araştırmalara dayalı, Türkiye’deki iyi bir üniversite kadar laboratuvar koşullarında uygulanan tüm bu testler sezon içinde de sık sık tekrarlanarak futbolcuların zayıf kas grupları tespit edilir, bu kas grupları uygun yöntemlerle antrene edilir ve bu özel antrenmanlar sayesinde sezon boyunca Ersun Yanal takımlarında iki-üçten fazla sakatlık görülmez.
1990’ların başından beri Ersun Yanal futbolun bir pozisyon oyunu olduğunu söyler. Doğru pozisyon oyunu oynanarak, koşmanın daha verimli hale getirilebileceğini savunmuştur, bunu da maç analiz sistemleriyle pekiştirir. Taktik antrenmanlar çalışırken drone yardımıyla görüntüleme alınır ve oyunculara doğru pozisyon almanın ne kadar önemli olduğu gösterilir. Taktik antrenmanlarda sürekli altyapı oyuncularını kullanan Ersun Yanal, böylece genç oyuncuların gelişimini destekler. Ersun Yanal antrenmanlarının her biri sanki maçmış gibi geçer. Maçtaki tempo neyse antrenmandaki tempo da odur!
Futbolda bilimin sadece fizyoloji ve antrenman biliminden geçmediğini bilen Ersun Yanal, psikolog ve psikolojik danışmanları çalıştığı kulüpte istihdam eden ilk teknik direktördür. Çoğu gittiği kulüpte mutlaka sporun içinden gelen psikologlarla çalışmış ve onlardan hep destek almıştır.
Ersun Yanal’la çalışmaya başlayan oyuncular, %9-10 yağ oranıyla sezona başlarlar, sezon sonunda yağ oranları %7’ye düşmüştür. Bunun nedeni yağ yakıcı antrenmanlar olduğu gibi, her gittiği kulüpte diyetisyenle çalışmasıdır. Bu diyetisyenler sayesinde futbolcular hem yemek yiyip hem kilo verirler. Ve böylece enerji depolarını hep doldururlar. Maçın sonlarında enerji depoları dolmuş ve performansları düşmemiş şekilde oynamaya devam ederler.
Bu özenli çalışmanın sonucunda, çalıştırdığı her kulüpte, günümüz futbolunda aktif rol oynayan pek çok oyuncunun önemli transferlerine yol açmıştır. Ersun Hoca’yla çalışan tüm futbolcular çalışırken belki yorulurlar ama sezon bitince “Geçirdiğimiz en fit sezondu” diyerek gelişimlerini kabul ederler.
Her fırsatta “skor değil spor odaklı” olmamız gerektiğini vurgulayan Ersun Yanal’ın vizyonunu yine kendi cümlesiyle özetlemek sanıyoruz ki en doğrusu: “Ben sonucu değil süreci yönetiyorum. Bir maçı değil tüm sezonu düşünerek hareket ederim.”
Hazırlayan: Hüseyin KARABACAK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder