Çizgisinin ünü ülke sınırlarını aşan ve çok sevdiği takımının memleketi İtalya’ya transfer olan,
Caricaturella markasının yaratıcısı Gökçen Eke.
Baştan söyleyelim, yapacağımız söyleşi ”Gökçen Eke kimdir? Karikatüre nasıl başlamıştır? Nasıl ünlenmiştir?” sorularını içermeyecek. Caricaturella ile henüz tanışmayanların bu şanssızlıklarından bir an evvel kurtulmalarını dileyerek, Gökçen Eke ile futbol ve karikatür üzerine yaptığımız söyleşiyle sizleri baş başa bırakıyorum.
Tutkulu bir Inter taraftarı için İtalya’ya yerleşme kararı almak çok da zor olmasa gerek. Italya’daki hayatınız beklentilerinizi karşıladı mı? Zorlandığınız noktalar muhakkak olmuştur. Italya’ya transfer olma sürecini ve sonrasında yaşadıklarınızı, alışma sürecinizi bizimle paylaşır mısınız?
İtalya’ya olan tutkum 1990 Dünya Kupası sırasında oyuncuların üzerlerine giymiş olduğu gök mavisi formaları gördükten sonra başladı. Sonrasında evde babamın İtalyan ressamlara ait fasiküllerini incelerken tutkum, merakım ve heyecanım daha da arttı. Yaşım ilerledikçe İtalya hakkında daha çok şey öğrenme fırsatım oldu, sonuçta o dönemde internet yoktu ve bilgilere başka kaynaklardan ulaşabiliyordum. Sanat ve tasarım anlamında üst düzey insanları yetiştirmiş bu ülkenin benim sanata eğilmemde ve tasarımcılık mesleğini seçmemde çok büyük etkisi oldu. Hep aklımdaydı İtalya’da yaşamak, girişimlerim oldu ama bu zamana kısmetmiş.
İtalya’ya maçlar, fuarlar vs. çok defa gidip geldim. Buradaki yaşantıdan beklentim oldukça yüksekti. Gelince birçok şeyin beklentilerimin daha da üzerinde olduğunu gördüm. Yaşadığınız semtten başka bir semte geçerken bile insan alışırken zorlanır. Ama ben alışmakla ilgili herhangi bir zorluk yaşamadım. Zaman alan ve eşimle beni zorlayan biraz bürokratik işlemler oldu. Ama etrafımızdaki insanların yardımları ve olumlu yaklaşımları sayesinde çok az sıkıntı çekerek o dönemi atlattık.
15 yıllık İstanbul yaşantımın ardından yosun tutmuş bir akvaryumdan denize bırakılmış bir balık gibiyim. İstanbul’un her geçen gün yozlaşan yapısından sonra burada doğayla ve tarihle iç içe olmak benim için çok büyük bir besin kaynağı.
Inter sevdanızın temelinin 1990 Dünya Kupası olduğunu söylediniz. Desteklediğiniz takım olan İtalya’nın yeşil formalı kalecisi Walter Zenga’nın Inter’in kalesini koruyor olması bu tutkuya atılan ilk adım olmuş. Zenga’nın yolu kısa sürede olsa Türkiye’den geçti. Gaziantespor’a bu süreçte ekstra bir desteğiniz veya sempatiniz oldu mu?
Bu transferi ilk duyduğumda Zenga isminde başka birisinin olduğunu düşündüm. Çok şaşırdım. Haberi okuduğumda gerçekten küçüklük idolüm Zenga’nın Gaziantepspor’a teknik direktör olarak geldiğini öğrendim. Sonuçta benim hayranlığım onun kaleciliğine ve tarzınaydı. Teknik direktörlük başka bir konum olduğu için çok fazla takip etmedim.
Gençlik yıllarında kalecilik tecrübeleri olan birisi olarak kalecilere bakışınız farklıdır. Gökçen Eke’ye göre gelmiş geçmiş en iyi 5 kaleci kimdir desek, aklına kimler gelir?
Julio Cesar, Francesco Toldo, Gianluigi Buffon, Walter Zenga, Canizares.
Inter geçen sezonu 8.sırada bitirdi ve bu sezon Avrupa kupalarında yok. Bu sezon lige 5’te 5 yaparak başladı. Mancini’yi ve mevcut kadroyu nasıl buluyorsunuz? Melo ve Telles transferleri hakkındaki görüşleriniz neler?
Yapılan son transferlerle geçen seneye nazaran güçlü bir kadro kurulduğunu söyleyebilirim. 4-3-3 sistemine uygun bir kadro kuruldu bazen 4-3-1-2 de oynanıyor. Futbolun taktiksel, diziliş, vs. gibi yönleriyle çok ilgilenmiyorum ama Fiorentina yenilgisinin Mancini’nin üçlü defans denemesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Samimi olmak gerekirse Fiorentina maçı statta çıplak gözle şahit olmak istemediğim bir karşılaşmaydı. Mancini’yi çizimlerimde çok konu aldım, onunla ilgili bir kitap veya sergi yapabilecek kadar çizime sahibim. Bir Inter taraftarı olarak bazen ona kızsam da sinirlensem de birçok Interli arkadaşım gibi ona saygı duyuyorum. Mancini’ye şu an inanmak istiyorum ama açıkçası bir takım tedirginliklerim de yok değil. Melo ve Telles’in ilk kez İnter formasını giydikleri Milan maçında da stattaydım. Melo’nun etkisi benim tahminimden çok daha fazlaydı ve birçok maçta mücadelesiyle İtalyan basınında da kendisinden söz ettiriyor. Telles konusunda ise açıkçası çok fazla bir fikrim olmadı, fark yaratacak bir oyun sergilediğini düşünmüyorum.
Mancini’yi sormuşken sizi de soralım, Gökçen Eke teknik direktör olsaydı, nasıl bir takım kurmak ister, nasıl bir futbol stratejisi geliştirirdi? Catenaccio eleştirilse de türevleri hala kullanılan bir taktik olma özelliğini sürdürüyor. Sizin bu konudaki bakış açınız nasıl?
Teknik direktör olsaydım hücuma yönelik futbolu tercih ederim. 3-4-3 ve ya 4-3-3 sistemi ile oynatmak isterdim. Tabi bir sistem oluşturmak için hangi takımın teknik direktörü olduğunuz ve kadro kaliteniz de çok önemli. 1999 yılından bu yana FIFA’da bir oyun olsa da hücum futbolunu tercih ediyorum ve Inter dışında başka takım seçmiyorum. Catenaccio ile ilgili olarak da kaybetmemeye yönelik bir sistem, belki mesleğim teknik direktörlük olsaydı başvurabilirdim ama ben şu anda daha çok oyunun güzelliğinden yanayım.Türkiye’ye dönecek olursak, Beşiktaş’a sempati duyduğunuzu biliyoruz. Geçen sezonlarda sıklıkla çizimlerinize konu ettiğiniz Slaven Biliç ile yolların ayrılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Şenol Güneş önderliğinde Beşiktaş şampiyonluk ipini göğüsleyebilir mi?
Üniversiteyi kazanana kadar Akşehir’de yaşadım. İlkokulda “Metin, Ali, Feyyaz, Yaz Kartalım yaz” etiketleri defterlerimi süslerdi. Maçları televizyondan ve radyodan takip ederdim. Beşiktaş maçlarında beni cezbeden şey tribünlerden gelen o tezahüratlardı. Söylenenleri anlamak için televizyonun hoparlörüne defalarca kulağımı dayadığım ve “şu spiker bir sussa da tribünlerin ne dediğini anlayabilsem” dediğim çok zaman olmuştur. Beşiktaş’ın maçlarını izlerken veya dinlerken elimde sürekli kağıt kalem olurdu, yarım yamalak da olsa tezahüratları yazar maçtan sonraki günlerde okulda arkadaşlarımla doğru yanlış melodisiyle birlikte söylemeye çalışırdık. Sıralar da davul olurdu. Şu an Beşiktaş’ın kadrosunu say deseniz sayamam belki, hangi oyuncunun hangi mevkide oynadığını bilemeyebilirim. Benim Beşiktaş’a duyduğum sempatinin kaynağında Çarşı grubu, tribünleri, atmosferi, renkleri ve İnönü Stadı vardır. Hatta okuduğum üniversite olan Mimar Sinan’ın da İnönü’ye yakınlığı o okulu seçmemin küçük de olsa nedenlerinden birisidir. Beşiktaş tribünleri ile ilk karşılaşmam Barcelona maçıydı ve canlı görünce çok daha etkilenmiştim. Biliç’e gelince o da benim çoğu zaman karikatürlerime konu olmuştur. Beşiktaş’a yakıştığını düşünüyordum. Ama tabi Premier ligde teknik direktör olmak da kolay bir şey değil, onun adına çok seviniyorum. Şu anda da oldukça başarılı sonuçlar alıyor. Şenol Güneş ise sevdiğim ve benim için aslında Trabzonspor ile özdeşlemiş bir kişi ama Beşiktaş’a bu süreçte faydalı olabileceğini ve Beşiktaş'ı ligde şampiyonluk yolunda iddialı bir konuma getireceğini düşünüyorum. Avrupa’da da Beşiktaş'ın gruptan çıkacağına ve ilerleyeceğine inanıyorum.
Biraz da karikatüre gelelim. Çizmekten en çok keyif aldığınız karikatürize edilmesi kolay isimler kimler ve bir de ne kadar iyi karikatür çizersek çizelim, onun ifadesini çizime yansıtmak çok zor dediğiniz isim veya isimler var mı?
Çizmekten keyif aldığım kişiler Mourinho, Mancini, Ancelotti, Slaven Biliç, Messi, Ronaldo ve Prandelli. İfadesini yansıtmakta zorlandığım bir isim aklıma gelmiyor ancak karakter olarak öne çıkan bir özelliği veya yüz hatlarında belirleyici özelliği olmayan kişileri karikatürize etmek zordur.
Gökçen Eke’nin Turhan Selçuk, Semih Balcıoğlu gibi isimleri idol kabul ettiğini biliyoruz, peki son dönem Türk Karikatürü'ne bakışı nasıl? Takip ettiği isimler, kendisi için bir adım önde olan dergiler var mı?
Karikatür sanat olarak içerisinde hiciv, eleştiri, mizah barındırır. İnsanların kendilerini ifade edebilme özgürlüğünün olmadığı bir yerde karikatürün çok gelişebileceğini düşünmüyorum.
Okumayı babamın gençlik yıllarında biriktirdiği Gırgır-Fırt dergilerindeki konuşma balonları ile söktüm desem yalan olmaz. Kendimi bildim bileli karikatür hayatımın hep en önemli yerlerinden birinde oldu. Profesyonel anlamda üzerine eğilmesem de ufak tefek çizimler yapıyorum. Fakat karikatürün özensiz çizimler üzerine konulan balonlarla güldürmek olarak algılanması ve böyle yaygınlaşması beni rahatsız ediyor. Hiç konuşma balonu olmadan anlam taşıyan çizimler bana göre daha değerli. Bunun karikatüristler arasında da pek de sonu gelmez bir tartışma konusu teşkil ettiğini biliyorum, sizin bu tartışmadaki düşünceniz nedir?
Düşüncelerinde haklı olduğun yönler var. Karikatür bir çizgi sanatıdır. Çizgi evrensel bir dildir. Ancak herkesin algısı ve eğitimi, bakış açısı farklı farklı düzeylerde olduğu için sadece çizgisel anlatımlarla geniş kitlelere ulaşamayabilirsiniz. Karikatür şu şekilde veya bu şekilde olur/olmalıdır diye bir şey söyleyemem. Diğer sanat dallarında da olduğu gibi karikatürün içinde farklı üsluplar farklı tarzlar vardır. Bunlara doğru, yanlış, iyi ya da kötü gibi bir şey söyleyemem.
Son olarak, eserlerinizin bu kadar beğeni görmesinin ve yaygınlaşmasının genç çizerlerin bu alana yönelmesine yol açacağını düşünüyor musunuz? Size ulaşan hevesli genç isimler var mı? Futbol Karikatürü konusunda bir gelişme olacağı beklentiniz var mı?
Çizimlerimin geniş kitlelere yayılması güzel bir şey ve ayrıca bendeki sorumluluğu daha da arttırdığı görüşündeyim. İlk kitabımı çıkardığımda bir ilkokul öğrencisi beni yolda görüp yanıma gelmişti. Çantasından benim kitabımı çıkarıp “Gökçen Ağabey, senin Nasreddin Hoca çizimlerine bakarak ben de çiziyorum” demişti. Bunu duyduğumda 19 yaşındaydım ve aslında büyük bir sorumluluk altında olduğumun farkına vardım. İlerleyen yıllarda bunun gibi birçok örnekle karşılaştım. Beni örnek alan insanların gözlerindeki yeri daha yukarıya taşımak adına attığım her çizginin hesabını verecek şekilde çalışmalarıma devam ettim.
Bana birçok mail, mesaj, ileti geliyor. Bu işe çok meraklı ve istekli gençler var. Ancak onlara ilk söylediğim şey heves ve tutku arasındaki ayrımı yapmaları. Sanatın, güzelliklerin değerinin bilinmediği Türkiye’de sadece böyle bir iş yaparak geçimlerini sağlamaları ve saygı görmeleri çok zor. Herkesin yurtdışına çıkma şansı olmayabilir. Gidişat nedeniyle onlara önce hayatlarını garantiye alabilecekleri meslekleri seçmeleri ve yanında da çizimlere zaman buldukça devam etmelerini öneriyorum. Dünyadaki eğilimin aksine Türkiye’de bu tarz işlere çok fazla değer verilmiyor. Türkiye’deki futbol gündemi de mizahtan değil başka şeylerden beslendiği için o konuda karikatürün çok ileriye gidebileceğini şu an için düşünmüyorum.
Röportaj: Ahmet DUMLU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder