13 Ağustos 2015 Perşembe

Süleyman Seba

Temmuz aylarında Beşiktaşlıların yüreği bir ayrı çarpar.

Kimse itiraf etmez belki ama geçen her gün sevinçle karşılanır, hele ki takvimler 1 Ağustos’u gösterdiğinde derin bir oh çekilir.

Merak edenleriniz olmuştur; “Nedir bu Temmuz endişesi?”

Şöyle ki Temmuz, Azrail’in Beşiktaş semalarında en çok dolandığı aydır. Yaşanılan her kayıp farklı bir acı bıraksa da bizlere, ortak özellik hep Temmuz olmuştur.

Şükrü Gülesin, Şan Ökten, Yusuf Tunaoğlu, Cenk Koray, Mehmet Işıklar (Optik Başkan), Vedat Okyar

Camianın önde gelen isimlerinin yanı sıra, Beşiktaşlılığı ile bilinen, eski TFF Başkanı Hasan Doğan, genç sanatçı Barış Akarsu, spor spikeri Orhan Şengürbüz de Temmuz ayında göçüp gitmişlerdir.

2014 yılında takvimler 1 Ağustos’u göstermiş korkularımız bir nebze azalmış olsa da Süleyman Seba’nın sağlık durumunun kritik olduğu hepimizin malumuydu. Ve duymaktan en çok korktuğumuz haber bu sefer bir Temmuz günü değil de Ağustos’un 13’ünde gelmişti.

Süleyman Seba’nın ardından programlar yapıldı, futbolun önde gelen isimleri anılarını paylaştı, hikayelerini anlattı. Bir insanı görüp, neler yaptığına gözlerinle şahit olup anlatmak eminim ki çok keyiflidir. Ancak ben bugün başka bir hikaye anlatmak istiyorum. 1991 doğumlu olan, Beşiktaş’a dair en eski anısında dahi Başkanlık koltuğunda Serdar Bilgili’nin oturduğu, Süleyman Seba’ya dair hiçbir anısı ve analizi olamayan benim için Süleyman Seba’nın ne anlam ifade ettiğini anlatmayı kendime bir görev olarak görüyorum. Çünkü benim neslim bir geçiş neslidir. Seba’yı görenlerden, görmeyenlere giden yolda bir ara dönemdir. Biz Seba’yı gelecek nesilleri doğru anlatamazsak efsanesi belki sürecek ancak gerçek manada ne ifade ettiği, geleceğe aktarılamayacaktır.  O’nu “görmeden sevenler” olacaksa bu bizlerin doğru ifadelerle, unutmadan ısrarla hatırlatma ve naçizane öğretme çabamızla olacaktır. Ve bizim anlatacaklarımız, kulüp yönetme başarısına, insanlarla iyi ilişkisine değil, bir duruşa dair olmalıdır. Çünkü duruma göre hareket etmek geçici, duruşa göre hareket etmek kalıcıdır.

Bugün 13 Ağustos 2015, Süleyman Seba’nın ölümünün üzerinden bir sene geçti.

Önce bu geçen seneden biraz söz edelim, neler yaşandı geçtiğimiz sezonda ?

Türkiye Futbol Federasyonu içeriğe dair hiçbir çaba sarfetmeden, gayet şekilci bir anlayışla geçtiğimiz sezona Süleyman Seba’nın ismini verdi. Hatta bu durum “Beşiktaş’ı şampiyon yapmak istiyorlar dedikodularını doğurdu. Başkan görse, isim verilmesine mi daha çok kızar ve üzülürdü, bu dedikoduların Beşiktaş’a zarar vermesine mi emin değilim. Ancak her ikisinden de rahatsız olacağına eminim.

TFF’nin yaptığı içi boş şekilciliğe uzaktan bakarak, Seba için bir şeyler yapalım. Hiç olmazsa, bugünün anısına tarihe bir not düşelim.

Süleyman Seba bir duruş demektir. Hayata bakış demektir. Amaca giden her yol mübahtır söylemine bir başkaldırıdır. Her ne kadar bir başarısızlık tesellisi zannetseler de bu duruşu hiç anlamayacak olanlar, şerefli ikinciliklerdir. 24 yaşında sadece 2 şampiyonluk görmüş benim neslim için, her türlü başarıdan daha değerliyse gözlerinin içi gururla dolarak “Beşiktaşlıyım” demek, bu duygudur işte hiç anlamayacaksınız ya, olsun. Futbol sadece hayatı güzel kılan, insanı mutlu eden bir oyundur pek çoğu için. Lakin bizim en kıymetli aidiyetimizdir Beşiktaş. Ve bunda en büyük pay şüphesiz ki Süleyman Seba’dır.  “İyi insan olmadan iyi Beşiktaşlı olunmaz” vasiyetinin getirisidir Barış Memiş’e çıkan kırmızı karta isyan eden Beşiktaş tribünü veya rakibe çıkan kırmızı kartı iptal ettiren Veli Kavlak’ın duruşu. Rakibin attığı nizami gole bayrak çeken hakeme kızıp,

Maç sonucu,
TFF’ye göre Beşiktaş: 1 Eskişehirspor: 1
Bize göre Beşiktaş:1 Eskişehirspor: 2 açıklamasını yapabilmesidir Beşiktaş’ın resmi taraftar sitesinin.
Rakibinin hakkı yenilerek elde edilen başarı başarı değildir çünkü o galip “iyi insan değildir” iyi insan olmadan iyi Beşiktaşlı olunmayacağı öğretildiyse bize, iyi Beşiktaşlı olmak her galibiyetten daha değerlidir.

Dalga konusudur artık Beşiktaş’ın hakem isyanları, komik gelir anlamayanlara. Asıl mesele şudur ki, kendi hassasiyetlerini rakiplerden bekler Beşiktaş taraftarı, bekledikçe bulamaz, bulamadıkça kırılır, kırıldıkça kızar. Ne oldu kendi yere attın da maçı 3-3’e getirdin be kardeşim, değdi mi hakkımızı yediğine kırgınlığıdır kızgınlığın sebebi.

Terinle sulanmayan bahçeden aldığın meyveyi nasıl yiyebilirsin ki? Şeref'inle oynayıp Hakkı'nla kazanmadığın başarıya nasıl sevinebilirsin ki?

İşin ilginci, Beşiktaşlının hayata karşı koyduğu bu tavır farklı alanlarda ilgisini çeker övgüsünü kazanır da rakiplerinin, konu futbol olduğunda kulaklarının üzerine yatarlar. Yatmaya devam etsinler. Bizim adaletsizliği önleyecek gücümüz her zaman olmayabilir ama adaletsizliğe isyan etmediğimiz bir gün asla olmayacaktır.
Bize öğretilen ve öğretmekle mükellef olduğumuz duruş budur. Ve inanın, her başarıdan daha kıymetlidir.
Bize bıraktığın kupalardan tesislerden başarılardan, daha değerlisi iliklerimize işleyen Beşiktaşlılık duruşudur Başkan, varlığın her zaman varlığımıza anlam katmaya devam edecek.

Baba Hakkı 1986 yılında alnını öptüğünde elbet vardı bir bildiği… İyi ki varsınız güzel insanlar. Bize hayata güzel bakmayı öğrettiğiniz için.

Saygıyla ve Gururla.

Yazar: Ahmet DUMLU
Transfer Merkezi

Transfer, Röportaj, Araştırma, Analiz

www.TransferMerkez.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder