İkinci tur maçları dün oynanan Brezilya Şili buluşmasıyla başladı. Zorlu 90 dakika 1-1 eşitlikle sonlanınca maç uzatmalara gitti. Penaltılara kadar uzanan maçta Brezilya, Şili’yi 4-3 yenerek adını çeyrek finale yazdıran ilk ülke oldu.
Brezilya 4-3-2-1 dizilişinden vazgeçmemişti. Scolari’nin değişmez dörtlü tercihi, Daniel Alves- Thiago Silva-David Luiz-Marcelo , savunmanın önünde daha “defansif” tercihler Luiz Gustavo ve Fernandinho, ikilinin önünde Oscar, sol kanatta Neymar, sağ kanatta Hulk ve en ilerde Fred, Brezilya’nın ilk 11’ini oluşturuyordu.
Şili‘de ise 3’lü çakılı stoper ve gezen bekler dahil olmak üzere beşli bir savunma hattı, göbekte üç savaşçı, Aranguiz, Diaz, Vidal ve önlerinde Sanchez ve Vargas, Sampaoli’nin tercihleri arasındaydı.
Maçtan önce attığım tweetlerde belirtmiştim. Neydi o? Merkezde Luiz Gustavo ve Fernandinho maçın akıbetini belirleyebilecek bazda önemli oyuncular olması. Şili çabuk çıkan, hareketli, savaşçı bir yapıya sahip. Merkezden gelebilecek ataklara karşın Gustavo’nun kesici güç olarak reaksiyon göstermesi çok önemliydi. Scolari de Şili’yi iyi gözlemlemiş olsa gerek Gustavo’nun yanına Paulinho’dan daha defansif görünüme sahip Fernandinho’yı monte ederek, Şili’yi merkezde durdurmak istedi. İkili, Şili’nin tempoyu ele geçirdiği zamanlarda arkasındaki hatla uyum sorunu çektiği gibi, zaman zaman birlikte oynayamamanın vermiş olduğu sıkıntıyı da çekmek zorunda kaldı. Scolari’nin Fernandinho tercihi çok doğaldı.
Maç başlar başlamaz Sambacılar sazı eline aldı ancak o bilindik göze hoş gelen hücum futbolu yoktu. Daha temkinli, rakibinin artılarını da hesaba katan bir Brezilya vardı. En olumlu hareketleri Şili’yi kanat organizasyonlarında sıkıntıya sokmalarıydı ki, bu da özellikle ilk yarıda tam not aldı. Brezilya sol kanattan kaleye yaklaşmaya çalıştı. Şili’nin savaşçı savunmasına pek bir eleştirim yok ancak yıldız/süperstar seviyesindeki oyuncuların yaratıcılıklarına karşı kırılgan bir yapıda savunma yapmaya çalışıyorlar. Bunu Robben’e karşı etkisiz kalmalarıyla teyit ettim. Bu maçta da bir başka yıldız, Neymar karşısında çaresiz kaldılar. Oscar’ın açık alanda Neymar’ı topla buluşturmasından sonra gelişen akınlarda, 22 yaşındaki oyuncu, Şili savunmasını zora soktu. Ayakta kalan tek oyuncusu pek beğenmediğim Medel idi. Medel, Neymar’a karşı hamle zamanlamalarını çok iyi sergiledi. Ancak Brezilya’nın presli, baskılı ve atak futbolun neticesini golle süslemesi çok da gecikmedi. Brezilya, Diaz’ın kendi kalesine gönderdiği topla öne geçene kadar Marcelo orta sahaya daha yakın oynuyordu, golden sonra daha defansif ve neredeyse maçın tamamına kadar set hücumlarında öne çıkmadı. Hulk’u bi’ ara sol bek gibi gördük. Oscar da aynı şekilde diğer kanatta… Scolari Şili’nin kanat akınlarından çekiniyor olsa gerek, kenar bölgeleri kalabalık tutmak istedi.
İlk 30 dakikalık dilimde Şili olgun bir atak geliştiremedi belki ancak çok koşan, mücadele eden savaşan kimliğini de kaybetmedi. Ama o kimlikte çabuk çoğalan, hücumlarda çabuk değişen, hızlı hücum yapan özellikler de vardı, sahada bu sefer yoktu. 32. dakikada attıkları gol de bireysel hatalardan geldi. Hulk’un kötü pası, David Luiz’in uyuması Şili’ye beraberliği getirdi. Bu golden sonra Şili’de daha çok kıpırdanma oldu. Brezilya net bir biçimde yenik duruma düştüğü veya gol yediği zaman oyunda mental olarak kopabiliyor. Vargas ile girilen pozisyon gol olmuş olsaydı, bugün belki de başka şeyler yazıyor olabilirdik.
İkinci yarı Neymar kadar istekli birçok oyuncu daha inanmış şekilde oynadı. Hulk’un hücumdaki bencilce futbolu yine kendini göstermişti. Kaleye bolca şut çekmek yerine içeri doğru sokulan Hulk, hoş bir dokunuşla topu ağlara gönderdi ancak “elle kontrol” gerekçesiyle gol geçerli sayılmadı. Şili orta alanı ilk yarıya oranla daha kalabalık tutarak, Brezilya’yı sıkıştırmak ve Brezilya’yı geriden top almaya sevk ederek 2. bölgede hata kovaladı. İlk amaçları işe yaradı. Yani, Brezilya’yı oynatmadılar 50 ile 65 arası… Hulk ve Oscar oyundan düştü. Özellikle Oscar ileri hatla kombinasyonu çok bozuktu. İşte tam da bu dakikalarda, Şili’nin ani bir kontratakta golü atabileceğini düşündüm. İbre bir ara Şili’ye döner gibi oldu. Sampaoli’nin öğrencileri oyunda dominasyonu sağladığı dakikalarda birkaç pozisyon denemeleri de oldu. Yokları oynayan Fred, nihayet çıktı ama yerine giren Jo, hem bu takımın hem de bu sistemin oyuncusu değil. Normal sürede son 10 dakikada Şili’nin daha da yaslandığını gördük. Fizik güçleri iyi bir takım ancak yoruldukları da gözden kaçmadı.
Uzatmalarda iki takım da ne şiş yansın ne kebap misali daha temkinli oynadı. Bir iki duran top dışında heyecanlanmadık. Sonradan oyuna giren Pinilla’nın “o” şutu tüm dünyayı yerinden fırlatmış olabilir. Sonrasında penaltılar ve kazanan Brezilya… Hak etmediler diyemeyiz onlar için ancak Şili’nin lanetli bir durumu var ki, o da her fırsatta Brezilya’ya elenmek… Olsun. Sampaoli’nin ezber bozan futbolu, göze hoş gelen, bıkkınlık hissi vermeyen oyun anlayışı tüm dünyaya, İspanya’ya, ders olmalı. Brezilya ise elenmiş olsaydı ülkedeki sosyo-politik baskıyı kaça katlardı düşünemiyorum. Şimdi rakipleri Kolombiya… Bu baskıya nasıl ayak uyduracaklar ne kadar dayanacaklar açıkcası çok merak ediyorum. Şili bu turnuvada izler bıraktı ancak 84 yıllık kupa tarihine altın harfler yazdırmaya çok yaklaşmıştı. Olmadı.
Hazırlayan: Orhun ALİCİKOĞLU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder