Marjinal Çıkarlar: Kuramsal Algının Türk Futboluna Implementasyonu
Millet olarak eğitilme sürecimizde bir yerlerde bir yanlışlık mı var bilinmez o ki yaş grubu, refah seviyesi ve eğitim durumu farketmeksizin herkesin şiddete eğilişinin yadırganmayacağı ve aynı minvalde muhatabını bulacağı bir husumete duyduğu ihtiyaç, azaminin fersah fersah üzerinde bir seyirde.
İnsan ırkı olarak zaten çok kusurlu varlıklarız ve ömrümüz bunları yamalayıp göze batmayacak bir şekilde topluma dahil olma gayretiyle geçiyor ama bizdeki bu tahrip etme, nefret etme, bir anda harekete geçme ihtiyacı bence herhangi bir coğrafyada eşine benzerine rastlanabilir türden değil.
Aslında şiddet uygulama dürtüsünü; değer verilen rutinleri, kişileri ve yarın yapmak istediklerini yapıp yapmama inisiyatifini adli veya beşeri algıda töhmet altında bırakmayacak bir yordamda, onlara tehdit teşkil eden irade sahiplerine karşı defansif bir ele alışla aktarabilsek, yine doğru olmayacaksa bile makula en yakın ve optimum fayda sağlayabileceği hali bu olurdu sanırım.
Milli takımın bugüne kadarki yakalamış olduğu başarıların da temelinde ne bir taktiksel mühendislik, ne bir istikrar, ne bir anlayış olduğuna kimse kimseyi ikna edememeli halihazırda. Gönül rahatlığıyla "tesadüf değil" diyebildiğim bir kilometre taşı, bir patern, bir dayanak bulmak istiyorum ama nafile.
Bize o günleri kazandırmış dakikaların seyrinde gözlenen de bu şiddet eğiliminin ve nefret etme temelli motivasyonun bir neticesi olduklarına dair güçlü emareler. Arabalardaki Nitro sistemi gibi bu biraz. Mesela yabancı bir gazeteci, bizim Milli Takımı, oyuncu havuzlarını kıyaslayarak en iyilerle bir arada ansa, kimse abartılı yalanlamalar getirmez, en fazla potansiyel var ama bir türlü vaat ettiği hareket değerini yansıtamıyor der en akla yatkın şekliyle. Fakat biz en iyilerle kağıt üstünde aynı kalitedeysek bile, onlar Nitro'larını 275'ten 300'e fırlamak için açarken, bizimkiler bir an önce yapmaları gerektiği baskısıyla Nitro'yu telaştan 100'le giderken açıp, çoğunlukla motoru yakıyorlar.
Duygusal olarak uyarılmış bir akli eşiğe bizim kadar çabuk ulaşan bir millet olduğunu tahmin etmiyorum, en iddialı olanlar da ancak bize en yakın olanlar olarak tespit edilebilir.
Hepimizin babası, dayısı, atası sağdan soldan gelmiş, o nedenle safkan türk gibi bir kavram bildiğim kadarıyla olmamak ile birlikte, coğrafyamıza sağlanmış gen akışı ve coğrafyamızın sağladığı popülasyon genetiği, herhangi bir karakteristiğin sıklığına veya enderliğine rastlamış değil. Bu, bu durumda iyi bir haber niteliği taşır çünkü bu pozitif bir ivmeyle zirveye doğru bir anda akselere eden duygusal eşik, stabil bir değişkene bağlı olmadığından, bir oyun şablonunun inşasına veya varsayılanın optimizasyonuna elverişli değil. Yani milli takım özelinde, oyuncuların taktiksel sadakat ve istikrardan uzak, daha çok dahili bir reaksiyon vermek için harici bir aksiyonu tetikleyici olarak tayin ederek, ne kadar emek verildiğiyle değil, ne kadar inanıldığıyla geçirilen, faydaları muğlak kamplar, turnuvalar, kayıp yıllar.
Ayrıca, "Türk Kanı" vesaire gibi mistik ve müdahale edilemez bir soyutluğa atfedilmeye çalışılan, çözümüne "takdir-i ilahi" denerek boşverilmesi lüksünü, müdahalenin varoluşçu mümkünlüğüyle tekzip edip, hala kayıtsız kalınması halinde ayıplama imkanı sağlar.
Geriye eğitim sistemi ve ailedeki temel eğitim kaldığını varsayarsak, bunlar neşter vurulabilecek altbaşlıklar olduğundan belki bizim için bir umut vardır. Bu da Abdurrahman Çelebi - Koyun ilişkisini kadar iyi bir haber niteliği taşır. Tek ihtiyaç; Yetkili, aktivist, optimist ve yürekli bir eylem adamı şu durumda. Gün ola harman ola.
Yazar: Yiğit Can ERTUNÇ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder